29 Haziran 2009 Pazartesi
27 Mayıs - Serbest Fırka..
17 günlük bir aranın ardından, tarih serüvenlerimizin kapılarını yeniden açıyoruz. 27 Mayıs demiştik. Darbe falan hani. Heh. Bu kez İkinci Dünya Savaşı'nda yaptığımızdan farklı olarak olayın ana karakterlerini başta vermeyeceğim. Güzel olmadı öyle. Olay örgüsü içinde gerekli yerlerde gerekli bilgileri veririm ben zaten. Neyse çok uzattık, başlayalım artık.
Sene 1930. Dünyada ekonomik kriz falan var. Pis pis zamanlar. Biz de zaten daha yedi yıl önce kurulmuşuz, çiçeği burnunda ülke hesabı, daha bir düzen yok ülkede. Para yok pul yok. Hâl böyle olunca, halk da isyan ediyor doğal olarak. Televizyonda falan hep "İşsizlik Cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyesinde.", "Enflasyon çift haneye ulaştı :((" gibi haberler. İşte bu yüzden tee o dönemlerde "Hacı çok partili döneme geçsek mi be?" sesleri duyulmaya başlandı. Mâlum halktan tepkiler geliyor tek partiye.
Bunun üzerine Cumhuriyet Halk Fırkası'ndan bir atak geldi. Bildiğiniz üzere CHF o zamanlar tek parti, tek lider efendi gibi gidiyordu. Lakin yoğun istek üzerine kendi içlerinden mahsuscuktan bir ikinci parti çıkardılar, Serbest Fırka diye. Başına Atatürk'ün sıkı kankalarından Ali Fethi Okyar'ı geçirdiler ve "Hacı siz takılın ya işte muhalefet gibi, yalandan karşı çıkın falan ne bileyim." emrini yolladılar. Her ne kadar Ali Fethi içinden "Hesapta 'Serbest' Fırka adımız haa, fırka ne demek lan ayrıca o değil de." gibisinden düşünceler geçirse de, paşa paşa görevini yapmaya başladı.
Daha sonra korkulan oldu efendim. İşsizlikten açlıktan kırılan halk, isyan edip Serbest Fırka'ya akmaya başladı. Yok efendim "Bizi kurtarsa kurtarsa Serbest Fırka kurtarır.", "Ali Fethi Paşa sen çok yaşa." falan. Olanlar herkesi şaşırttı tabii. Ali Fethi de ne yapsın, "Hafız bir durun ya paravan partiyiz biz, çakma yani." diyecek hali yok. Bir süre böyle idare ettiler sonra kapattılar partiyi. Bu noktada şöyle bir ayrıntı var efendim: Bu Serbest Fırka'nın Aydın Gençlik Kolları falan gibi bir biriminde, Adnan Menderes de görev yapıyordu. Yaaaa. Etkilendiniz di mi.
Bu noktada biraz Adnan Menderes'ten bahsedeyim. Efendim kendisi Aydınlıdır. Zengin çocuğudur. Toprak ağasıdır. Gençlik yıllarında İzmir'e taşınmış, Bank Asya 1. Lig takımlarından Altay'da, Karşıyaka'da falan futbol oynamıştır, kalecilik yapmıştır. Siyasetle tek ilgisi Facebook'ta "Mustafa Kemal Supporter" olmak olan, bütün gün İzmir ekürisiyle futbol karı kız konuşan biriydi yani esasında. 30'lu yaşlarına gelince biraz silkindi ve köy ağası olmanın da etkisiyle çakma muhalefet Serbest Fırka'ya balıklama girdi. Orası dağılınca da, Cumhuriyet Halk Fırkası'na katıldı. Başka parti yok zaten ne yapsın di mi ama.
Cumhuriyet Halk Fırkası'nın Aydın kolunda sevilen bir adamdı efendim Adnan Menderes. Etkili konuşmalar falan yapardı. Derken bir gün ayağına bir fırsat geldi. Atatürk Aydın'a geliyordu. "Köylü möylü neler yapıyor?" hakkında bilgi almak için Adnan Menderes'le görüşecekti. Görüşsünler bakalım ne olacak.
s.
12 Haziran 2009 Cuma
27 Mayıs - Girizgâh..
5 Haziran 2009 Cuma
İkinci Dünya Savaşı - Final: Part II..
Mart ayının 8'inde başladığımız "İkinci Dünya Savaşı" serüveni, bugün sona eriyor. Hatırlarsınız, finalin ilk adımında Avrupa'da savaşın sonunu getirmiştik. Faşist kankalar Hitler ve Mussolini'nin nasıl bu dünyadan göçüp gittiklerini anlatmıştık. Yani kısacası, mihverler kaybetmişti. E ne kaldı o zaman? Hatırlarsanız "Pearl Harbor" yazımızın sonunu şöyle bitirmişiz:
"Saldırıdan sonra Roosevelt ise şu satırları yazdı ve altına imzasını attı: 'Eh ulan. Eh, siz bizim pis tarafımızı bilmiyorsunuz daha. Bittiniz koçum siz. Kaçın. Aklınız varsa kaçın şerefsizler. İmza: Franklin D. Roosevelt'"
Evet. Japonlardan alınan intikamdan bahsetmedik daha tabii. Efendim Pearl Harbor'un üstünden aylar yıllar geçmiş. Amerika'nın ilk andaki siniri kalmamış tabii. Bir de yukarıdaki satırların yazarı Roosevelt de savaşa mavaşa dayanamayıp yorularak hayata gözlerini yummuş, yerine Truman gelmiş. Bu yüzdendir ki ilk anda öküz gibi dalmak yerine gözdağı vermeyi tercih etti Amerikan hükûmeti. "Hacı sizin Adolf'la Benito'nun halini gördünüz. Hadi bize zorluk çıkarmayın şimdi teslim olun siz de, hadi canım lütfen." mealinde sözlerle Japonya'ya haberler yollandı. Götü kalkmış Japonlar bu uyarıyı ciddiye almamakla kalmadı, üstüne bir de "Olm bizde üstün Japon teknolojisi var, akıllı olun." diye bir karşı atak yaptı. Amerika'nın buna karşılık yolladığı "Ok." mesajı, sinirlerinin ne kadar bozulduğunu anlatmak için yeter sanırım. Buram buram trip kokan bir "Ok."
Amerika'nın tersi boktur. Bilip bilmeden çıkışmazlar öyle. Japonya'ya diklenirlerken de bir bildikleri vardı tabii ki. Senelerdir üstünde çalıştıkları atom bombasını bitirmişler, "Japonya'nın üstünde bir deneriz be hacı ahı ahı ahı." diye geyikler çevirmeye başlamışlardı bile hayvan herifler. Bilmeyenler için açıklayalım, atom bombası; ortamın .mına koymaya yarayan bir bomba türüdür tam mânâsıyla, çok affedersiniz.
Günler geçti, Amerika planlarını sessiz sedasız kurdu. 6 Ağustos 1945 sabahı çekik gözlü Japonlar mesaiye yetişelim diye acele içinde sokaklarda koştururken, "Enola Gay" savaş uçağı bombayı pıt diye Hiroşima semalarına bırakmak için yola koyulmuştu bile. Amerikan arkadaşlarımız bu bombanın adını da müthiş zekalarını kullanarak, şakabaz bir tavırla, müthiş bir ironiyle "Little Boy" koymuşlardı. Kendilerini buradan tebrik ediyorum.
Efendim bomba atıldı. Bu kısımların detayına girmeye gerek yok sanırım. Bombanın etkisiyle Hiroşima kenti çevresindeki sayfiye yerleriyle birlikte "pıt" diye yok oldu diyeyim, siz anlayın. Japonlar neye uğradığını şaşırdı tabii. Şehir yok oldu. Nükleer bomba. Falan. Her gün olan şeyler değil bunlar. Şimdi "Ulan ne vicdansız adamlar bu Amerikalılar." diyorsanız, durun daha bitmedi. Üç gün geçti. Bu kez de Nagasaki kentine Gnctrkcll kampanyası misali ikinci bomba atıldı. Orası da "pıt" diye yok oldu. Evet.
Bir hafta geçti. Amerikalılar yüzsüz gibi Japonları arayıp "Eheh ne oldu hacı? Teslim olacak mısınız nedir bir daha sorayım ehehe." gibisinden yavşak tacizlerde bulundu. Japonlar da ne yapsın garipler, kayıtsız şartsız teslim oldular. 2 Eylül 1945 tarihinde Japonya'nın da teslim olmasıyla, İkinci Dünya Savaşı hukuken sona erdi.
Eveeeet. Bitti işte. Bu üç aylık serüvende kâh güldük, kâh üzüldük. Falan işte. "Peki ya şimdi ne olacak? Hafif Tarih projesi sona mı erdi? Buraya kadar mıydı?" sorularıyla karşıma gelenlere sesleniyorum: Bitmedi. Sırada, biraz kendi tarihimiz olacak. Çok partili rejim falan desem? Ne dersiniz? Hadi gittim şimdilik düşünürüz sonra, esen kalın.
s.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)