27 Nisan 2009 Pazartesi

İkinci Dünya Savaşı - Pearl Harbor: Part I..

Efendiim, bugünkü dersimizde filmlere şarkılara konu olmuş, İkinci Dünya Savaşı'nın en kritik aşamalarından birine başlıyoruz. Bir tarafta Japonya, bir tarafta ABD. Müthiş bir derbi. Hadi bakalım.

Gelişen dünyada kendine yer edinmek isteyen ezik Japonya, 1910 yılından itibaren "Hacı gelişelim, toprak kazanalım, asker yetiştirelim." politikası izlemiştir. Bu yüzden de çevresindeki Çin olsun, Tayvan olsun muhtelif çekik gözlü devleti "Arkadaşım bir saniye bakabilir misin." diye yaklaşarak perişan etmiştir. Kısacası, Japonya yükselmektedir. İkinci Çin-Japon Savaşı ile işin bokunu çıkarmıştır hatta.

Japonya'nın bu yersiz atarları, haliyle diğer devletleri rahatsız etmiştir. ABD olsun, İngiltere olsun, Fransa olsun; dünyadaki pek çok ülkenin başkanları bir araya gelerek Japonya'ya "Akıllı ol." şeklinde bir ültimatom vermiştir doğal olarak. Efendim zaten saldırgan devlet, böyle bir çıkış yapılınca "Vaay tamam hacı eyvallah." diyerek Birleşmiş Milletler'den çekildi Japonya. Peki ya bununla yetindiler mi? Hayır, bir de utanmadan faşist İtalya ve Almanya devletleriyle yakın arkadaş olarak birlikte Mihver Devletler'i kurdular. Şerefsizce bir hareket oldu tabii.

Savaş öncesi "Trip atma" dönemi bununla sınırlı kalmadı, buna nazire yapan ABD ve İngiltere Japonya'ya benzin vermemeye başladı bu sefer. Ne pis ilişkiniz varmış arkadaş ya. Onlar da böyle düşünmüş olacaklar ki "Hafız ne bu karı gibi trip atıyoruz ya, oturalım konuşalım insan gibi hem bir değişiklik olur." diyerek oturup anlaşmaya karar verdiler.

Ancak yemek tatsız oldu efendim. Taraflar sürekli birbirine laf soktu. Yok efendim siz şöyle dallamasınız biz böyle süperiz. Bir yere varılamadı tabii. Yaşanan gerilim Japonya'yı iyice gaza getirdi. Özellikle başkan Hideki Tojo, "Anneme küfrettiler olm duydunuz mu. Anneme küfrettiler görecek onlar." diye hiddetlenince, ortam iyice gerildi. Japonya cephesi bir basın açıklamasıyla "Şartlarımızı kabul etmezlerse, on gün içinde İngiltere olsun ABD olsun hepsine savaş açacağız, yalanımız yok bak." demecini verdi.

Efendim koca ABD'nin "Tamam hacı kusura bakmayın, kabul ediyoruz şartlarınızı falan." demesini beklemiyorsunuz herhalde. Beklemeyin zaten. Savaş kapıda. Bakalım. Esen kalın.

s.

25 Nisan 2009 Cumartesi

İkinci Dünya Savaşı - Stalingrad: Part II..


Efendiim ne demiştik? SSCB dolaylarını da ele geçirmek isteyen Naziler, şopar Romanlar ile iş birliği yapıp Stalin'i alt etmeye heveslenmişlerdi. Nitekim Ağustos ayı gelip çattığında, Akdeniz kıyılarına göç etmiş Rusların yokluğundan faydalanıp boş devlete bir güzel saldırdılar.

İlk başlarda Almanlar için gidişat güzeldi. Dediğimiz gibi, Ruslar tatilde o dönem. Almanlar tepelerine binince bir afalladılar tabii. "Dıbrıçka mıbrıçka." diye kaçan Ruslara Stalingrad'ı cehennem etti Hitler ve şürekası. Bunda çingen Romanya'nın etkisi de oldukça büyüktü. Taktik, strateji falan kasmadan, sadece çirkefliğe yönelik bir kampanya ile Alman üstünlüğünü pekiştirdiler sevgili şopar Romanlar.

Stalin'in tepesi attı tabii. Düşün, adam kendi adını vermiş şehre, o derece seviyor. Bu kadar kolay yar edecek hali yok üç-beş şopara. Bu noktada, geçen yazıda belirttiğimiz gibi, "Uranüs Operasyonu" kararı alındı Ruslar tarafından. Nedir Uranüs Operasyonu? "Hacı sıkıştıralım bir köşede, kaçamaz hiçbir yere."nin biraz daha geniş çaplı hali işte. Bir numarası yok. Ancak operasyon oldukçe güzel meyveler verdi. Cidden düşünüldüğü gibi Almanlar sıkıştırıldı, büyük dayaklar atıldı. Tezcanlı Nazi askerleri ve abeci Romanlar "Bırakın lan. Bırak la." diye Ruslara dalmaya kalksa da, Hitler soğukkanlılığını korudu ve "Beyler durun planlı programlı savaşacağız." kararını aldı. Hemen stratejiler belirlendi, Almanlar da "TuRkisH h@cKer Team" tadında bir isim verdikleri "Kış Fırtınası Operasyonu"na başladılar. 

Efendim görüyorsunuz işte, çocuk gibi dalaşıyorlar, olan zavallı insanlara oluyor vallahi. yok "Uranüs Operasyonu" yok "Kış Fırtınası", bu ne lan savaşçılık oynar gibi? Neyse efendim, sadede geliyorum. Almanların operasyonları ellerinde patlıyor ve Ruslar çember stratejileriyle savaşı lehlerine çevirmeyi başarıyorlar. Stalingrad, Rusların elinde kalıyor. Dünya anlıyor ki, "Vay lan, demek Almanlar da kaybedebiliyorlarmış."

İşte Almanların dünyayı kucakta öğütme politikasının sonunu getiren Stalingrad savaşı da böyle efendim. Hep Almanlar hep Almanlar çok sıkıldınız değil mi? Sizi biraz Pasifik dolaylarına götüreceğiz bir sonraki derste. Hani Pearl Harbor? Falan? Esen kalın efendim.

s. 

19 Nisan 2009 Pazar

İkinci Dünya Savaşı - Stalingrad: Part I..


Uzunca bir ayrılıktan sonra birlikteyiz, derslere tüm hızıyla devam ediyoruz. Nerede kaldığımızı hatırlatalım öncelikle. Hitler, Birinci Dünya Savaşı'nda Fransa'dan yenilen tokadın intikamını bir güzel almış, ülkeyi baştan aşağı işgal etmeyi başarmıştı. Bugün ise bir derbi mücadelesiyle karşınızdayız. Stalingrad şehri için yapılan mücadelede Kızıl Ordu'nun rakibi, Nazi Ordusu. Savaşın en pislik, en kanlı aşamalarından biri.

Efendim yıl 1942. İkinci Dünya Savaşı çılgın bir şekilde sürüyor. Dünya Hitler'in elinde maymun olmuş durumda. Nazi orduları yenilmez kabul ediliyor. Fransa'dan tut Yunanistan'a kadar her tarafta zorla bira-patates yediriliyor insanlara. Tabii Belçika'dır Çekoslovakya'dır; böyle Anadolu takımlarını yenmek kolay. "Almanlar dünyayı kucağında öğütsün." politikasının gerçekleşmesi için, SSCB gibi bir engelin de aşılması gerekiyor.

Hâl böyle olunca, Hitler de stratejisini belirlemiş, Ağustos ayında SSCB'ye dalma kararı almıştır. Ağustos ayını seçmesi; yaz aylarında ülkenin normale oranla daha boş olmasından, nüfusun Alanya, Antalya gibi tatil yörelerine gitmesinden kaynaklanıyor. Yani yine çakal aklını kullanıyor Hitler. Bu tarihe kadar da yaz boyunca Rusları sağdan soldan tartaklayıp tatsızlık çıkartan Hitler, 23 Ağustos 1942 tarihine gelindiğinde "Hadi Bismillah." diyerek Stalingrad yöresine akmaya başladı. Hem de ne başlamak. Nazi Ordusu, 2-3 gün durmadan şehri bomba içinde bırakarak aklını aldı zavallı Rusların. Kısacası, derbi maçta Almanların üstünlüğü bariz bir şekilde gözüküyor idi Rusya karşısında.

Almanlar bu savaşa dek tüm Avrupa kıtasını çılgınca işgal etmeyi başardı biliyorsunuz; ancak bu kez karşısında kolpa bir lider değil, Stalin vardı. "Lan kendi adımı verdiğim şehri üç-beş çapulcu Almana mı yar edicem lan, sesimizi çıkartmıyoruz diye fason mu sandınız lan yavşaklar." diye gürleyen Stalin, boş durmamış, stratejilerini belirlemeye başlamıştır. Bunun üzerine Ruslar çok klasik bir şekilde "Almanları çembere alıp sıkıştıralım, orada çakarız ağızlarına." stratejisinde karar kılmışlar, Adını da "Uranüs Operasyonu" koyarak süslemişlerdir. 19 Kasım 1942 sabahı, Ruslar Kızıl Ordu'yu toplamış, Alman birliklerini sıkıştırmaya başlamışlardır. Hitler de "Ne bu böyle şopar gibi sıkıştırma falan, biz de onların anlayacağı gibi saldıralım madem." diye düşünerek şopar Romanya devletiyle işbirliği yapmıştır.

Bakalım. Ne olacak. Esen kalın.

s.

7 Nisan 2009 Salı

İkinci Dünya Savaşı - Fransa Seferi..


Black Metal diyarı Finlandiya'daydık bir önceki dersimizde. Bugün güneylere ilerliyor, Hitler soytarısının Fransa'ya yaptığı sefere bir göz atıyoruz.

Efendim aylardan Şubat. Bahar geldi gelecek. İnsanların kanı kaynıyor. Ancak bu güzel mevsimde hâlâ aklı itliğe çalışan biri vardı. Tahmin edebileceğiniz gibi Adolf bu. Birinci Dünya Savaşı'ndaki hezimetler çok canını sıkmış olacak Hitler'in, Fransa benim olacak diye tutturuyor idi. Bunu gerçekleştirmek amacıyla da Almanya'nın önemli stratejistlerini bir araya topladı, "Ne yapalım hacı bir yol gösterin." diye dert yanmaya başladı.

Bunun üzerine bu stratejistlerin başında gelen Franz Halder, Birinci Dünya Savaşı'nda uygulanması düşünülen "Schieffen Planı"nı netten indirerek altına üç-beş yeni kaynak ekledi ve Hitler'e yedirmeye çalıştı. Toplanıldı edildi, başladı Franz planı anlatmaya "Efendim birinci bölük örs görevini üstlenecek, ikinci grup ise çenenin ön kısmını oluşturan çekiç pozisyonunu alacak." diye. Bunun üzerine Hitler'den "Ne diyon ya çekiç örs falan, anlamıyom ben." tepkisini alarak kovulan Halder'in yerine bu göreve general Manstein atandı.

Manstein'in planı oldukça orijinal idi ve Hitler tarafından da beğeni topladı. Bunun üzerine bu plan kabul edilerek savaş stratejisi belirlendi. Almanya'dan bu tarz bir saldırı bekleyen Fransa cephesi ise, "Bu kerizler Schieffen'i sokar devreye." diye düşündüğünden savaşa büyük bir dezavantajla girdiler. 

Askeri hazırlıklar bilmem ne derken aylardan Mayıs oldu, Almanya saldırmaya başladı. Öncelikle büyük bir hevesle, "Çok zevkliymiş olm." hayalleriyle üniversitelerde paraşüt kulüplerine giren mazlum öğrenciler Fransa sınırını aştılar. Hitler'in yanında kadim dostu, faşizm yoluna birlikte baş koyduğu kankası Mussolini vardı. Karşı taraftaki müttefikler ise Fransa, Hollanda, Belçika, Polonya gibi pek çok ülkeden oluşuyordu. Buna rağmen güç dengeleri eşit gibi diyebiliriz sanırım. Evet.

Mayıs ayının gelmesiyle gönül yayları gevşeyen, kırlara koşan Fransızlar; disiplinli Almanların bu baskın niteliğindeki saldırısına hazırlıksız yakalandı tabii. Önce Sedan işgal edildi. Havadan ve denizden saldırılar başladı. Almanlar gaza gelmişti. Adeta Birinci Dünya Savaşı'ndaki hezimetin acısını çıkarıyor, Fransa'yı maymun ediyordu. Bu kısımları fazla uzatıp sizleri baymıyorum. Haziran sonuna kadar süren saldırılar sonucunda Almanlar bariz bir şekilde üstündü işte.

23 Haziran 1940 tarihinde Fransa "Yeter lan tamam siz kazandınız kabul." diyerek savaşı kaybettiğini kabul etti. Almanya rövanşı almıştı. Hitler de büyük bir sevinçle o gün Paris'e giderek şehrin her tarafını dolaştı, fotoğraflar çekildi, "Ahaha benim lan buralar benim!" diye kendinden geçti.

Efendim o dönemde Paris-İstanbul seferi yapan "Şark Ekspresi" adında bir tren var idi. Birinci Dünya Savaşı sonunda Almanlar ve Fransızlar arasındaki antlaşma burada imzalanmıştı. Hitler de nasıl bir psikopattır ki, "Siz de orada imzalayacaksınız olm bana ne." diyerek trenin vagonunu söktürüp orada antlaşmayı imzalatmıştır. Manyak işte. Antlaşma sonucunda güney kısmı dışında bütün Fransa Almanya'nın eline geçti.

Ya işte böyle. İntikam alındı. Ancak dediğimiz gibi, manyak bu Hitler, daha durmayacak. Bekleyin siz. Esen kalın.

s.

4 Nisan 2009 Cumartesi

İkinci Dünya Savaşı - Kış Savaşı..


Arayı soğutmadan devam ediyoruz. Polonya'yı maymun eden Hitler'in hikâyesini anlatmıştık en son. Stalin'in de bu durumu kıskanarak Finlandiya'ya sataştığını söylemiştik. Efendim bu sataşma süreci Kasım-Mart ayları arasında gerçekleştiğinden ötürü tarihe "Kış Savaşı" olarak geçmiştir, haberiniz olsun.

Dediğimiz gibi, Polonya'nın işgalinin ardından Danzig limanına balık lokantalarını bir bir açan, rakısıyla mezesiyle şahane ortam kuran Hitler; bu başarılarıyla Josef Stalin'in kıskançlık duygularını açığa çıkardı. Bunun üzerine Leningrad sahiline Rus hatun avantajını da kullanarak daha süpersonik bir ortam kurmaya niyetlenen Stalin, Finlandiya'nın topraklarına sarkmaya başladı. 

Başlangıçta Stalin Fin hükümetine öküz gibi yaklaşmadı. "Bak hafız" dedi, "Şu güzelim sahil şeridini bana bırak, ben sana iç kesimden daha büyük daha çılgın bir ortam bırakacağım, sizin denizle işiniz olmuyor zaten pek.". Ancak Fin hükümeti Stalin'in düşündüğü kadar ezik değildi. Böyle bir tutumun Fin milliyetçiliğiyle bağdaşmayacağını, Misak-ı Milli sınırlarından taviz veremeyeceklerini Stalin'e uzun uzun açıkladılar. Bu ret cevabı, Stalin'i çileden çıkardı. Ancak yine de sinirlerine hakim olarak yeni bir teklifle gitmeye karar verdi. "Bak güzel kardeşim" dedi, "Finlandiya olarak üç-beş skindirik metal grubundan başka numaranız yok zaten, madem takasa yanaşmıyorsun çıkarayım parası neyse vereyim. Yanında Rus da ayarlarım bak.". Olmayınca olmuyor, Finlandiya hükümeti bu öneriyi de teessüf ederek reddetti, "Ülke satılık değil." cevabını verdi. Stalin cidden sinirlenmişti.

28 Kasım 1939 tarihinde kanyak içmekten leyla olan Stalin, sarhoşluğun verdiği cesaretle telefonuna sarıldı. "Hani biz sizle zamanında saldırmazlık anlaşması yaptıydık ya, hah, işte o size girsin." diyerek ipleri kopardı. Stalin insanlıktan çıkmıştı. İki gün sonra savaş ilan etmeye bile gerek duymadan Finlandiya sınırına dayandı ünlü Kızıl Ordu.

Efendim bir düşünün; yaklaşık bir milyon askerlik kızıl ordu, üç beş çapulcu metalciye karşı. Bu savaşın sonucu tartışılır mı? SSCB'nin zaferinden şüphe edilir mi? Ediliyor işte. Bilenler bilir, bu Fin milleti vatansever olur, milliyetçi olur. Stalin koca fin devletine karamürsel sepeti gibi muamele edince, bunlara iman gücü geldi tabii. Daha önce enerjilerini kilise yakmaya harcayan ünlü black metal grupları, fin ordusunun soğukkanlı askerlerine eklenince; ortaya olağanüstü bir mücadele çıktı. Sentenced olsun, Children of Bodom olsun; hepsi bir süreliğine çıkar çatışmalarını, kişisel hırsları bir kenara bıraktı, birbirlerinin solistlerini öldüreceklerine Rus askerlerini biçmeye başladılar.

Ne olursa olsun, orantısız güç kullanımı dengeleri değiştiriyor tabii. Kurtuluş Savaşı tadında olağanüstü mücadele sergileyen Fin askerleri de bir yerden sonra öküz Rus askerlerine karşı koyamamaya başladı. Zaten eldeki bir avuç askerden de olmak istemeyen Fin hükümeti, "Tamam hacı bitirelim yeter tamam ya." diye yaka silkti. Bunun üzerine taraflar masaya oturdu, Moskova Antlaşması hazırlandı, savaşta SSCB'nin yarısı kadar kayıp veren Finlandiya; bu antlaşmayla elde avuçta ne varsa Rusların kucağına oturttu.

Yaa işte böyle. Gördüğümüz üzere, güç dengesizliği olunca ortada; mazlum Finlandiya, askeri başarısını diplomatik başarıya dönüştüremedi. Şahsen bunları öğrendiğimde ezilenin yanında olan bendeniz, Stalin'e karşı çok kötü hisler besledim. Sizler ne hissedersiniz bilemiyorum, lafı daha fazla uzatmıyorum, esen kalmanızı diliyorum. Bir sonraki dersimizde Fransa dolaylarına gideceğiz gibi gözüküyor ama dur bakalım.

s.

3 Nisan 2009 Cuma

İkinci Dünya Savaşı - Almanya vs. Polonya: Part II..


Ne demiştik? "Sabah dinç kafayla güzelce savaşırız." diyen Hitler, Polonya'nın aklını almaya and içmişti hatırlarsanız. Tabii sarhoş kafayla kararlar aldı dediğime bakmayın siz, ne sinsidir o. Savaşa girmeden önce Stalin'i arayarak "Babuş ben böyle bir bok yiyorum, o sırada şerefsizlik yapıp Polonya seferimi piç etmezsen sana da ekmek atarız bu işten." demeyi akıl etti Adolf. Stalin'den de onayı alınca başladı hazırlıklara.

Hatırlarsanız Hitler'in Almanya'nın önündeki silahlanma sınırlarını güzelce kaldırdığını söylemiştik. Hâl böyle olunca çılgın bir ordu kurmakta vakit kaybetmedi Nazi Almanyası. 1 Eylül 1939 tarihinde saatler 05.00'ı gösterdiğinde de; daha güneş doğmamışken, bütün Polonya uyurken, televizyonda Sevimli Kahramanlar bile başlamamışken, Alman güçleri Polonya sınırını aşmaya başladı. 06.00 gibi ülkeyi kuşatmaya başlayan nazi birlikleri "Erken kalkan çok yol alır hacı." diyerek disiplinlerini tüm dünyaya gösteriyorlardı. 

Sabahın köründe daha ekmek bile almamış olan Polonyalılar karşılarında Almanları görünce dumur dalgası ülkeye yayıldı tabii. "Ne oluyor lan." demeye kalmadan güzelim Polonyalı hanımları patır patır indiren Alman birlikleri, savaşın başladığını tüm dünyaya haykırıyordu adeta. Nitekim kuşatma muşatma derken 3 Eylül günü geldi çattı, İngiltere ve Fransa "Almanya akıllı olsun yoksa akıllarını almayı biliriz." mealinde bir basın açıklaması yaptı. 

Efendim 10-15 gün sonunda Almanya işin bokunu çıkarıp Polonya'yı baştan aşağı işgal etmiş duruma geldi. Hatta daha önce Hitler'in ateşkes için mutabakata vardığı Stalin bile dayanamayıp savaşa girerek üç-beş bomba attı. Daha dün güzel sanatlar fakültesine gireyim diye desen çalışan Adolf, bugün "Polonya'yı alıcam, yahudileri yakıcam, Almanlık süper ya." diye kafayı sıyırmış idi. Bir de buna çarşı iznine çıkıp Polonyalı hatunları kesen lâkayıt Polonya askeri de eklenince, 6 Ekim'e girildiğinde ülkenin Almanya'nın eline geçmesi hiç de zor olmadı. "Sözüm söz cankuş, buyur." diyen Hitler; bir kısmını da Stalin'e vererek Polonya'yı ele geçirdi. Böylece "Dünya Alman olsun" politikası bir yerden başlamıştı.

Gördüğünüz üzere, yıllardır gerilen ipler bu şekilde koptu diyebiliriz. Savaş başladı. Liderler "Lan?!" diyerek yerlerinden kalktı. Bu liderlerden biri de Stalin. Polonya'dan aldığı üç beş kilometre toprak bizim hırslı Josef'e yeter mi hiç? Yetmedi tabii. Hitler anında kıyılara abanıp balık işinden parayı vurunca, Stalin hırsından köpürdü. "Ben de Leningrad sahiline kurarım mekanımı, nezih bir yer hem aile mekanı." diye düşündü. Ancak bir şeyi unutmuştu. Bu sahil şeridi bir yerden sonra Finlandiya topraklarına bağlanıyordu. 

Bir sonraki dersimizde, Black Metal diyarı Finlandiya'da olacağız. Kilise yakmaktaki başarılarını Ruslara karşı gösterebildiler mi, göreceğiz. Esen kalın!

s.

1 Nisan 2009 Çarşamba

İkinci Dünya Savaşı - Almanya vs. Polonya: Part I..


Efendim araya hastalık falan girdi, burayı aksattık, kusura bakmayın. En son ne yaptık? Roosevelt'i de gördük. Taraflar şekillendi. Ama ben iyice şekillensin diye şöyle genel bir tekrarla üzerinden geçeyim.

Ne dedik? Müttefik Devletler ve Mihver Devletler. Müttefikler tarafında SSCB, ABD, İngiltere, Fransa, Polonya gibi son derece çılgın ülkeler var. Mihverler ise "Faşizm ne de güzeldir." ilkesini benimsemiş Almanya, İtalya ve Japonya'dan oluşuyor. Ben küçükken bütün bu ülkelerin Dandanakan gibi bir yaylada toplanıp birbirleriyle çatıştığını falan zannediyordum. Sonradan anladım ki, böyle bir şey yokmuş. Savaşta birtakım cepheler oluyormuş falan. Burada da cepheler üzerinden ilerleyeceğiz. Atom bombaları, Pearl Harbour, Almanya-Polonya bilmem ne diye bin bir türlü yere bakacağız. Bugün de savaşın "resmi başlangıcıyla" start vermek istiyorum: Almanya'nın Polonya'yı işgali.

Hitler'i hatırlıyorsunuz değil mi? Hani şu gençliğinde "Ressam olucam." diye cıngar çıkartan, daha sonra üç beş lavuğun sözüyle Nazi Almanya'sının temellerini atıp utanmadan devletin başına geçen lider. Hah. İşte. Onun iktidara gelişinde bırakmıştık hatırlıyorsanız. Ne yaptı bu deyyus iktidarda onu konuşalım biraz. Efendim Hitler 1933'te iktidara geldiğinde Almanya sürüngen bir haldeydi. Büyük ekonomik krizin yaralarını saramamış, hâlâ üç-beş kuruşa muhtaç gezen bir ülkeydi. Hitler de iktidara gelir gelmez basının karşısına geçmiş, "Enkaz devraldık." açıklamasını yapmıştır bunun üzerine.

Şimdi hakkını vermek lâzım, faşist lider diye atıp tuttuk ama; iktidara gelir gelmez fantastik uygulamalarla Almanların aklını bir kez daha almayı, ülkeyi düzlüğe çıkarmayı başardı kendisi. Ülkeyi demirağlarla ördü, işçilerin ücretlerinde müthiş iyileştirmeler yaptı. Herkes araba sahibi olsun diye düşündü, ucuza Volkswagen sattı. Bunun yanında Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda silah sayısına falan getirilen sınırlamaları da bir güzel aştı. "Allah Hitler'i başımızdan eksik etmesin." diye düşünen Almanlar da gazı verdikçe vermiştir Hitler'e.

İyi güzel tabii de, "Gelin Yahudi öldürelim." şenlikleri kapsamında toplama kamplarında yaptıklarını hepiniz biliyorsunuz tabii. Bunları da unutmamak lâzım. Bu yüzden Hitler'in bu faşist rejimine "olmamış" diyor, 10 üzerinden 2 veriyoruz.

Daha fazla uzatmayalım efendim, özet olarak Hitler kendi içinde şahane düzenini kuruyor, ancak çevresi tarafından pek sevilmeyen bir insan haline geliyor. Aldığı bu gazla Birinci Dünya savaşı'nda Almanya'nın yediği tokatların da üstesinden gelmek isteyen Hitler, Polonya Hükümetini arayarak "Akşam yemek yiyelm mi?" diye soruyor. "Ok." yanıtını alınca da akşam oturuyorlar başlıyorlar muhabbete. Yok efendim "Polonya'nın kızları çok güzel.", "Almanlarda osurmak ayıp değil diyorlar harbi öyle mi ya?" diye denyo muhabbetinin ardından Hitler "Hacı sadede gelelim." diyor ve başlıyor asıl niyetini anlatmaya. Nedir asıl niyeti? Özetle şöyle ki, Birinci Dünya Savaşı sonunda Versailles Antlaşması ile Polonya'nın elinde kalan "Danzig Limanı" adlı bölgeyi almak, ve buraya güzel balık lokantaları açmak. Bu niyetini açınca Polonya Hükümeti de "Adolf ne yaptın hacı ya. Biz ticaret yapıyoruz orada sen balık diyorsun canım, olmaz ki ya." tepkisini veriyor.

Hitler'in tersi pistir. Çok bozuluyor. Yine de "Tamam cankuş." diyerek geçiştiriyor bu reddi. Daha sonra muhtelif zamanlarda yeniden bu konuyu gündeme getiriyor Adolf ama ne fayda. "Ülkeyi satmayız." diyor Polonya Hükümeti. Günlerden bir gün birayı fazla kaçırmış olan Hitler, yardımcısına "Ver şu telefonu bana bakayım." diyor. "Aman Führerim etmeyin Führerim." deseler de "Sktrleğea." diye anıran Hitler, Polonya Hükümetine açıyor telefonu. Başta güzel güzel konuşuyor. "Bak güzel kardeşim, gel he de yapayım şu lokantaları. Tatsızlık çıksın istemiyorum güzel kardeşim." diye dil döküyor. Polonya'nın "Offf. Hayır dedim arama artık, polisi arayacağım bak. Sarhoşsun ne dediğini bilmiyorsun." tepkisiyle nevri dönen Hitler birden ciddileşiyor, "Tamaaaam." diyor. "Sizi de gördüük, tamaaaam, benim için Polonya bitmiştir artıık. Korkun lan benden. Korkun!!" diye böğürerek fırlatıyor telefonu.

İşte İkinci Dünya Savaşı böyle başladı. Bu telefon görüşmesinin ardından Hitler, "Şimdi yatayım. Yarın 1 Eylül. Süper başlangıç tarihi. Yarın ben savaşırım bunlarla." diye düşünerek oturduğu yerde sızıyor. Ertesi gün pırıl pırıl kafayla uyanan Hitler, planlarını yapıyor, birlikleri toparlıyor, savaşa start vermeye hazırlanıyor. Ama biz çok uzattık. Savaşı ve getirdiklerini bir sonraki yazıda, pek yakında göreceğiz. Haydi bakalım. Esen kalın!

s.