30 Eylül 2009 Çarşamba

27 Mayıs - Mektup..


"..O gün bizim Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel iyice bir gaza geldi. Oturup bir mektup yazmaya karar verdi. Mektubun yollanacağı isim de Adnan Menderes'in tee kreş yıllarından kankası, çiçeği burnunda Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes idi.."

Mektubun içeriğini ise şöyle özetleyebiliriz: "Gençler sizin bu iktidarın boku çıktı artık. Sen Menderes'in kankasısın diye sana söylüyorum, git söyle seninkine istifa ediversin. Yeni kabine falan kurulur sonra. Ha bi de Celal Bayar da gitsin, Menderes onun yerine cumhurbaşkanı olsun. Onu seviyo millet şeker adam sonuçta. Hadi koş söyle Adnan'a."

Efendim mektubu alan Menderes, ezik gibi hemen "Tamam istifa edeyim madem :(" kararı aldı. Lakin bu kararını açtığı Refik Koraltan kendisine "Sen ne diyon ya. Ne istifası olum saçmalama." diye bağırıp sert çıktı. "Bayar da delirir ha."  diye iyice darlayınca Koraltan, Menderes istifadan vazgeçti. Tabii mektubu yazan Cemal Gürsel'e ne oldu? "Babuş sana üç ay izin veriyoruz Temmuz gibi dönersin." emri verildi. Temmuz'da döndüğünde de emekliliği gelecekti zaten. O aralar darbe hazırlıkları yapan bizim subaylar da tırsıp liderliği geçici olarak Cemal Madanoğlu'na verdiler, "Darbeyi yapınca getiririz Gürsel'i İzmir'den yaa." diye düşündüler. 

Efendim iki gün sonra, 5 Mayıs 1960'ta, Kızılay'da, bir eylem hazırlığı vardı. Saat 17 sularında Menderes ve Bayar havaalanından dönecekti. Plana göre, tam dönüş vaktine yakın marşlar söyleye söyleye Menderes-Bayar ikilisini daraltacaktı eylemciler. Tam da öyle oldu. Başbakan "Noluyo lan." diye arabadan inince tartaklandı. Neyse ki eylemcilerin dikkatini "Oha bakın lan bi milyona portakal suyu var, belediyenin hizmeti hem de ne garip lan." diye dağıtarak oradan kurtuldu. 

İyice daralan Menderes, "Gideyim 3-5 miting yapayım kendime geleyim ya." diye düşünerek, İzmir'e gitti. Orada kalabalık meydanlar "Heyoo Menderes." diye bağırınca neşesi yerine geliverdi. Tam o aralar üç-beş subaydan habersiz Genelkurmay Başkanlığı da "Arkanızdayız hafız biz Türk Ordusu olarak böyle komple." mesajı verince, iyice rahatladı Menderes, "Dur ben Eskişehir'e gideyim orada da coşayım." diye düşündü. Mayıs'ın da 25'i geldi artık efendim.

s.

25 Eylül 2009 Cuma

27 Mayıs - Cemal Aga..


"..Devletin zirvesindeki bu mutluluk rüzgarları dururken, bizim üç-beş subayın "lider" arayışı ne alemde peki?.."

Efendim şöyle ki, o sıralarda bizim bu subayların sevdiği bir adam var. Cemal Gürsel. Lakin bu Cemal Gürsel o sırada İzmir'de ordunun tırışkadan bir şubesinde müdürlük yapan bir korgeneral. İşi gücü de yok, bütün gün "Ajaccio maçı ne olur lan bu hafta." diye gezinip İddaa oynamaktan başka bir şey yapmıyor. İşte İzmir'de DP'den üst düzey yetkililerin de katıldığı bir yemek esnasında, Gürsel bu meramını dile getirdi. "Ya şu memlekete bir faydam dokunsun beyler. Tamam İzmir güzel şehir deniz felan ama, İddaa'ya para yatırmaktan iflahım gevredi burada. Bi çare buldurun be." diye yalvaran Gürsel'e sonunda "Tamam lan tamam bee." diye söz verildi. Konu Menderes'e açıldı. Cemal Gürsel, tırışkadan görevinden birden Kara Kuvvetleri Komutanlığına yükseldi.

Dediğimiz gibi, bizim subaylar da az çok tanıyor Cemal Gürsel'i ordudan. O yüzdendir ki hemen gidip kendisine "Hacı bizim başımıza geç ihtilal yapalım." teklifi getirildi. Gürsel her ne kadar "Ya ben beceremem beyler emekli olucam zaten yakında" diye mırın kırın etse de, "Hayır." demedi. İlk aşamada en azından bizim subaylardan bazılarını üst mevkilere taşıması rica edildi. O da getirdi. Biraz nazlansa da, yeni lider bulunmuş gibiydi.

Bu sırada DP grubu da bildiğiniz gibi, onu da yasaklayalım bunu da yasaklayalım diye takılıyorlar. Son çıkardıkları fantastik yasa da bunun bir örneğiydi tabii. Yasanın kısaca meali şuydu: "Şimdi biz bi komisyon kurucaz. Bu elemanlar muhalefet olsun basın olsun ne bileyim üniversiteler olsun her şeyi çılgınca yargılayacak. Ha onlar itiraz edebilecek mi. Tabii ki hayır dostum, tabii ki hayır."

Bunun üstüne İnönü de kürsüye çıkıp "Gençler valla yarın öbür gün başınıza bişey gelicek, ben koca İnönü'yüm ben bile kurtaramayacağım sizi ha valla, anladınız siz." diyerek buz gibi bir ortam estirdi. Bunun üzerine İnönü 12 oturum ceza aldı. Kısacası artık ne basın vaar, ne muhalefet vaar, hiçbir şey yok.

Efendim böyle kavga gürültü kargaşa derken, 3 Mayıs 1960 tarihine geldik. O gün bizim Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel iyice bir gaza geldi. Oturup bir mektup yazmaya karar verdi. Mektubun yollanacağı isim de Adnan Menderes'in tee kreş yıllarından kankası, çiçeği burnunda Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes idi.

s.

22 Eylül 2009 Salı

27 Mayıs - Uçak..


"..Yine bad triplerde iken bizim Menderes, 17 Şubat 1959 tarihinde birtakım temaslarda bulunmak üzere Londra uçağına biniverdi kendisi. Uçak kalktı.."

Başlangıçta her şey güzeldi efendim. Menderes uçakta dostlarıyla makara yapıyor, "Havaalanları niye bu kadar pahalı lan. Geçen bi su aldım 2.5 milyon verdim. Sonuçta çok ucuzladı artık uçak biletleri yani 9 milyona bile bilet var, ucuz olsun bence." diye geyiğin dibine vuruyordu. Lakin Londra'ya gelirken kopan fırtına keyifleri kaçırıverdi. Pilot uçağın hakimiyetini kaybedince "Beyler ormana inicem yapıcak bişey yok." diyerek İngiliz semalarına indirdi uçağı paldır küldür. Dalları kıra kıra yere çakılan uçakta milletvekillerinden uçuş ekibine kadar 14 kişi öldü, Menderes ise şoka uğramış bir şekilde "Hassktiiiiir" diye uçağın dışına attı kendini. İki üç çizikle atlattı bu felaketi. 

Ertesi gün gazetelerde haber çıkınca büyük olay oldu tabii. Millet müthiş gaza geldi. Üç gün önce konuşulan ihtilalden mihtilalden eser kalmadı. "Başvekilimiz kurtuldu aman tanrım çok mutluyuz!" manşetleri süsledi gazeteleri. Menderes de içinden "Ulan uçak düştü bana yaradı ha." diye geçirmiyor değildi. Birkaç gün sonra Menderes Türkiye'ye döndüğünde havaalanında çılgın bir kalabalık sanki Beatles gelmiş gibi karşıladı başbakanı. Oradan geçilen tren garında da insanlar meksika dalgası yapıp başbakanı bekliyorlardı. Deli gibi mutluydu anlayacağınız bütün memleket.

Garda bekleyenler arasında Bayar ve İnönü de vardı efendim. Ertesi gün orada burada "Bayar ve İnönü pişti oldu!" haberleri görmemek adına ikili hep uzak durdu. Trenden Menderes inince de İnönü'yle sarılarak "Buzları erittik biz bakın." mesajı verdiler. Uçağın düşmesiyle başlayan bu fantastik bayram havası, Bayar ve Menderes baş başa kalınca sona erdi ne yazık ki. Menderes'in kaç zamandır "Onu hapse atak bunu yasaklayak." diye çemkirmesi, Cumhurbaşkanı Bayar'ın da dikkatini çekmişti. Bu yüzden kendisine "Adnan sen böyle bi ay falan daha git Londra'da takıl bence. Hasta gibisin lan ne bileyim orda doktorlar iyi bakar. Ya gözüne gelseydi hehe." diye şakabaz bir teklif getirdi. Menderes içinden "Ulan Celaaal şu güzel ortamı bozuyosun, yer mi lan anadolu çocuğu. Beni gönderip yerime başkasını getireceksin he mii." diye geçirdi, "Yok hafız sağol." diye reddetti bu teklifi.

Devletin zirvesindeki bu mutluluk rüzgarları dururken, bizim üç-beş subayın "lider" arayışı ne alemde peki? Onu da göreceğiz üç-beş güne.

s.

18 Eylül 2009 Cuma

27 Mayıs - Şüphe..


Efendim 57 seçimlerinden sonra askerlerin iyice sinire kestiğinden falan bahsetmiştik. Hah. İşte onlardan biri de iki üç yazı altta bahsettiğimiz Faruk Güventürk idi:

"..Faruk Güventürk bu buluşmada çok açık konuştu. 'Beyler burada Kurtlar Vadisi tadında gizli işler çeviriyoruz. İhtilal mihtilal şaka değil bunlar haa, kan alırlar bi taraflarımızdan, tırsan adam varsa gitsin babuş kırılmaca yok.' diyerek tavrını ortaya koydu. Arada 'Lan gitsek mi.' diye düşünenler çıksa da, rezil olmamak adına ses etmediler. İşte o gün, orada, ilk kez 'Bu ihtilal yapılacak!' yemini edildi efendim. Sonra akşam oldu, dağıldılar.."

İşte bu Faruk Güventürk, seçim sonrası işin bokunu çıkartarak hükümetin Milli Savunma Bakanı'na "Hacı darbe yapsak ya be hadi be hacı be." diye bir teklif yapma kararı aldı. Anlayacağınız üç-beş subay diyip geçtiğimiz adamların gözü iyice kararmıştı. Buluşma ayarlandı, Faruk Güventürk çıktı bakan Şemi Ergin'in karşısına. Hiç lafı uzatmadı, "Şemi abi biz böyle darbe falan yapalım diyoruz seni de lider yapalım başımıza diyoruz, hadi be hacı be." diyerek niyetini açıkça ortaya koydu. Şimdi DP hükümetinin kendi bakanından "Ne diyon lan deyyus!" gibi bir tepki bekliyor insan di mi ama. Lakin Şemi Ergin hiç bozuntuya vermeden "Ehehe Faruğum iyi diyosun güzel diyosun da ben topluluk karşısında konuşamam be abi. Lider ruhu yok bende. Siz kendi aranızda ne yaparsanız yapın ama ben karışmam yani." diyerek hükümete bağlılığını gösterdi.

Faruk Güventürk "Okey sağol." diyerek oradan ayrıldı. Şemi Ergin de pişkin pişkin Bakanlar Kurulu toplantısına doğru seyirtti. Toplantıda bir de ne görsün, binbaşının biri Menderes'in başında "Baboli dokuz tane subay darbe planları yapıyo akıllı ol." diye uyarılarda bulunuyor. Şemi Ergin yine olanca pişkinliğiyle muhabbete dalıp "Yaaaa olum benden iyi mi bileceksiniz lan yok öyle bişey takmayın şunu." diye işi tatlıya bağladı. Konuya kafasını takan tek insan, Celal Bayar olmuştu. "Ulan yılların Celal Bayar'ıyım, eminim bu işte bi bokluk var." diye şüphelere düşse de, diğerleri "Bişey olmaz yeaa." diye takılıyorlardı. O sıralarda Irak'ta da bir darbe gerçekleşip hükümet değişince, Menderes de tırsmadı değil. "Hasktir ya cidden darbe marbe oluyo demek böyle şeyler." diye düşüncelere daldı. Geçti ama sonra.

O değil de CHP ne alemde o sırada? CHP, muhalefetin eşantiyon partilerinden Hürriyet Partisi'ni bünyesine katmış, kongreler mongreler yapıp güçlenen bir parti olup çıkmıştı bu yıllarda. Bir yandan "Darbe marbe" dedikoduları. Bir yandan CHP'nin atakları. Yine bad triplerde iken bizim Menderes, 17 Şubat 1959 tarihinde birtakım temaslarda bulunmak üzere Londra uçağına biniverdi kendisi. Uçak kalktı...

s.

16 Eylül 2009 Çarşamba

27 Mayıs - Bunalım..


Hatırlarsınız 6-7 Eylül 1955 olaylarını geride bıraktık. Bu 1955'ten öncesini DP'nin "Heyoo her şey o kadar güzel ki." yılları olarak adlandırırsak, sonrasını da "Sıçıyoruz mütemadiyen." yılları olarak aklımızda tutabiliriz. Artık bu "kötü" yıllardan bahsedeceğiz.

Bu 6-7 Eylül olaylarından sonra mecliste işler iyice boka sarmış idi. Vekiller "Bu ne rezalet ulan." diye bağıra çağıra arenaya çevirdi meclisi. Sürekli baş parmaklar aşağıda kelle isteniyordu. Hangi bakan çıksa "Kelle istiyoruuğz istifa eeet!" diye bağırmalar çığırmalar. Artık millet işin geyiğindeydi yani. 

Menderes için çok kötü dönemlerdi doğal olarak. Tribe girip bütün gün evine kapanıyor, Aydın'daki çiftçilik günlerini Farmville oynayarak yad ediyordu. Sonunda "Hacı böyle ot bok toplayarak bir yere varamayacağız." diye düşünerek, vekillerin istediği tavizleri vermeye karar verdi: Bakanların hepsini sktir etti, "Hepinize yeterim lan." diyerek tek tabanca takılmaya karar verdi.

Sinire kesen Menderes yine fantastik yasalar çıkararak dikkatleri üzerine çekti. Yok efendim "Menderes hükümeti eleştirilemez.", yok efendim "Miting yapmak yasak." diye işin bokunu çıkardılar iyice. Sonunda olan oldu, partinin kurucularından Fuad Köprülü bile "Piuuu hacı uçmuş artık bu adam ya." diye düşünerek partiden istifa etti.

Kan kaybetmeye başladığını anlayan Menderes, "Ulan dur ben şu seçimleri biraz erkene alayım da iyice düşmeden koyuvereyim çocuğu." diye düşünerek Ekim 1957'de genel seçimleri yapma kararı aldı. O sırada muhalefette CHP'nin dışında Cumhuriyetçi Millet Partisi ve Hürriyet Partisi adında iki parti daha var. İsmet İnönü seçim kararının hemen ardından bu iki partinin genel başkanlarıyla bir araya geldi ve "Gençler seçime giriyosunuz da sanki oy alıcaksınız ya, eşantiyon gibi girmeyin seçime şöyle. Gelin güçlerimizi birleştirelim. Sonra gidiceksiniz yüzde bir falan alıcaksınız mına koyim." mealinde bir konuşma yaptı. Partiler anlaşmaya sıcak baksa da, Menderes "Öyle şey olmaz." diye yasa çıkarınca bu da patladı tabii. 

Aylaaar geçti böyle saçma sapan gerilimlerle. Mitingler falan filan. Sandık başına gidildi. Bu seçimde de birtakım tatsızlıklar yaşanmadı değil tabii. Örneğin daha oy verme saati bitmeden DP'nin radyodan "Aziz milletimiz, koyuyoruz çocuğu seçimde haberiniz olsun." anonsu yaptırması ortamı durduk yere gerdi. Sonuç? DP yine kazandı. Ama bu kez kıl payı. DP %48 oy alırken, CHP de %41'le coştu. Hatta diğer eşantiyon partilerle CHP'nin oylarını toplarsak DP'yi geçiyordu bile. 

Öyle ya da böyle DP yine kazanınca 1957'de, son ana kadar soğuk terler akıtan Menderes çok rahatladı. "Ohh 2-3 yıl daha garanti diye düşündü." Böyle düşününce de rahatlıkla "Devalüasyon yapıcaz hacı." kararı aldı. Meclis de bunun üzerine gensoru verdi: "Devalüasyon ne lan?" "Valla ben de tam bilmiyorum aslında." diyen Menderes, hemen Wikipedia'ya başvurdu:
 
"'Devalüasyon' sabit kur sistemlerinde ödemeler dengesi açık veren ülkenin ulusal parasının dış satınalma gücünün, hükümetçe alınan bir kararla düşürülmesidir. Başka bir deyişle devalüasyon, bir devletin resmi para biriminin diğer ülke dövizleri karşısında değer kaybettirilmesidir. Bu yolla ithal malları pahalılaşırken yerli malların fiyatı da aşağı çekilmiş olur."

Millet yine açlıktan kırılacak gibi gözüküyor idi. Bizim geçen gün bahsettiğimiz askerler iyice sinirleniyor idi. İdi idi idi.

s.

12 Eylül 2009 Cumartesi

27 Mayıs - Güz Sancısı..


Elde olmayan sebeplerden ötürü verdiğimiz uzun aradan dolayı hepinizden binlerce özür diliyorum. Ulan ne olup bitti çoktan unutmuşsunuzdur ha şimdi. Neyse ben hemen özet geçeyim, 54 seçimlerinin ardından sıkıntılı bir döneme giren Menderes hükümeti; can sıkıntısından ona buna atarlanmaya başlamıştı hatırlıyorsanız. Bu pis dönemlerin akabinde 6 Eylül 1955 tarihine varmış bulunmaktayız.

Şimdi efendim daha önce belirtmedik lakin bilmekte fayda var, o dönemlerde Kıbrıs Türklerine karşı çılgın bir baskı var. İkinci sınıf vatandaş muamelesi görüyor hepsi. Şimdiki gibi Mehmet Ali Erbil gidip rulete takılamıyor. Pis bir ortam. İşte bu pis ortamı bir nebze olsun gevşetmek için de Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu Londra'da temaslarda bulunuyor, "Baba ne yapıcaz bu baskı işini." diye kapı kapı dolaşıyordu. Ancak aldığı cevaplar "Git lan Fatin diye isim mi olur zaten."den öteye geçemiyordu. Derken, 6 Eylül 1955 sabahı geldi çattı ve de İstanbul Ekspres adlı güzide gazete o sabah fantastik bir manşetle piyasaya sürüldü: "Atamızın evi bomba ile saldırıya uğradı!!!1"

Neymiş efendim Yunanlar gitmiş de Atatürk'ün Selanik'teki evini çılgınca bombalamış, hasar vermiş. Haberin en ilginç yanı, baştan aşağı yalan olmasıydı. O sırada Selanik'teki ev kuzu gibi yatıyordu yani.

Haberi alan "Kıbrıs Türktür Derneği" ileri gelenleri, halkı iyice bir gazladı bu haberin üstüne. Gazeteyi dağıtarak "Bakın lan bakın yavşaklar neler yapmış." diye ortalığı karıştırdılar. Sabahtan akşama dek halk iyice gazlandı, örgütlendi. Akşama doğru ise "Bu Rumlar İstiklal'de takılıyolar genelde oraya gidek yıkak dökek." kararı alındı.

Efendim gerçekten de o dönemler orada sürüyle Rum dükkanı vardı. Bizim lavuklar da gecenin ilerleyen saatlerine dek o dükkanları yakıp yıkıp yağmalamakla uğraştılar. Koca İstiklal Caddesi'ni bit pazarına çevirdiler. Ne Burger King'in önünde bekleyenler, ne ıslak hamburger tıkınanlar kalmıştı gecenin ilerleyen saatlerinde sokakta. Ben kıt yazın kabiliyetimle tasvir edemeyeceğim şimdi, Google'dan falan aratın resimlerini ne bileyim. Filmi de var ya hani Güz Sancısı diye. Başlığı da oradan arakladım. Hehe. Neyse.

Bu sırada bizim Menderes ne yapıyor peki? Kendisi İstanbul-Ankara treninin yemekli vagonunda Celal Bayar'la "Cankuş aslında tren en güzeli ama çok uzun sürüyo be. Neyse hızlı tren çıkacakmış, gerçi o da tehlikeli diyolar." diye geyiğin dibine vurmaktaydı bunlar yaşanırken. Sapanca istasyonunda haberi aldı. Ortalık karıştı. İçişleri Bakanı istifa etti. Vali istifa etti. Falan filan. 54 seçimlerinden sonrası uğurlu gelmemişti DP hükümetine. Zaten gergin olan ortam iyice geriliverdi efendim.

s.