30 Ekim 2013 Çarşamba

Nazi Exclusive - Part IX: Atsız..

1 Eylül 1939 tarihinde Polonya'nın işgal edildiğini söylemiştik. Şu dünyada Naziliğe ağız dolusu küfretmeye hakkı olan bir tane millet varsa, onlar da Polonyalılar efendim. Dile kolay, koca ülkenin beşte birini telef etmiş g.toş Naziler. Bu yazıda biraz Polonya'dan bahsedelim o yüzden.

İşgal öncesi g.tü sağlama almak maksadıyla Hitler'in Sovyetler ile bir anlaşma yaptığını anlatmıştık. Bu anlaşma çerçevesinde iki devlet Polonya'yı fifti fifti bölüşme kararı aldılar. Stalin'in kontrolündeki tarafı s.ktir et şimdi, biz Nazi kardeşlerimizin yaptıklarına bakalım.

Şimdiye kadar çizdiğimiz tembel ve goygoy sevdalısı Hitler karakterini düşündüğünüzde, kendisinin işgal altındaki Polonya topraklarının yönetimini de pek s.klememiş olduğunu şüphesiz ki tahmin edebilirsiniz. Adolf kankamızın tek yaptığı, Almanya payına düşen toprakları üçe bölüp, başlarına t.şaklı Nazi generalleri getirmek oldu. Özellikle Warthegau ve Danzig bölgelerine ehemmiyet gösteren Hitler, Warthegau'nun başına Arthur Greiser'i, Danzig'in başına da Albert Forster'i geçiriverdi. Neyse, ortamı isme boğup kafanızı s.kmek istemem. Adolf'un bu iki generale direktifi netti: "Beyler üçüncü bölgeyi s.ktir edin de, şu iki bölgeyi kompil Alman içinde bırakmak istiyorum. Ne yapın edin, bu bölgeleri Almanlaştırın kankalar. Saçma sapan yerleri işgal etmeye başladık, bari içinde full Alman olsun da bi bahanemiz olsun .mına koyiim." Sanki oyun oynuyor deyyus. Neyse... "Ne yapıp edin Almanlaştırın buraları" çok muallak bir cümle olduğundan, iki generalin bu emri farklı şekillerde algılamasına da şaşmamak gerek.

Albert Forster, daha kafası rahat bir elemandı. Nazilik filan iyi hoş da, o da goygoyu pek severdi. O yüzden bu "Almanlaştırma" mevzusunu da işine geldiği gibi yorumladı. Şehrin dört bir yanına afişler astıran, gazetelere tam sayfa ilanlar veren Forster; "iki vesikalık fotoğraf, vukuatlı nüfus kayıt örneği ve kimlik belgesi getiren herkesi beş dakika içinde Alman yapacağını" duyurdu. Bir sürü Danzigli gariban da, "Oluverelim bari, neme lazım" diyerek gitti kaydoldu.

Öteki tarafta Arthur Greiser, Nazilik yoluna baş koymuş bir ruh hastasıydı. Nitekim Forster gibi işi kısa yoldan çözmek istemedi ve Almanlaştırma projesini Nihal-Atsız-style gerçekleştirme kararı aldı. Bölge halkını sıradan geçirip "Ne kadar Almansınız?" testine tabi tutan Greiser, işi sıkı tuttu. Testin içeriği de bildiğiniz gibi işte. Kafatası ölçümleri, "Beck's nerenin birası?" "Bundesliga'yı geçen sene kim aldı?" gibi sorular... Testi geçemeyen çaşıtların başına neler geldiğini hepimiz biliyoruz. Meydanlarda asılanlar, kurşuna dizilenler, tecavüze uğrayanlar... Olaylarının bokunun çıkmasında başrol oynayan adamlardan biri de bu puşt yani. Bu dönemde Berlin'de harita üstünde oyunlar oynamaya devam eden Hitler de, Polonya'dan gelen haberleri "Ee babuş savaş kolay kazanılmıyor" diyerek normal karşılıyor idi.

Nazilerin denyoluğu bununla da sınırlı kalmadı. O dönemde çevre ülkelerde yaşamakta olan Almanları da yeni imparatorluk sınırları içine dahil etme niyetinde olan Hitler ve şürekası, yine boy boy ilanlarla ırkdaşlarını Almanya sınırlarına dönmeye çağırdılar. "Beyler Polonya diye bi yer aldık, koca ülkenin yarısı bizde, raadolun çıkın gelin bi ev buluruz size de elbet" çağrılarını coşkuyla kabul eden bir sürü Alman; gemilere, trenlere doluştu, yeni bir hayat hayaliyle ülkeye doğru yola çıktı. Alman popülasyonu arttıkça, Polonya'nın yerlisi iyice eziliyordu. "Lan oğlum sığamayacağız biz bu ülkeye?" endişeleri içerisinde, yeni planlar yapılmaya başlandı...

s.

26 Ekim 2013 Cumartesi

Nazi Exclusive - Part VIII: Arsız..

Avusturya'da kral gibi karşılanan Hitler'in -pek tabii ki- hızını alamayarak gözlerini Çek sınırına diktiğini geçen yazıda anlatmıştık. Doymak bilmeyen pezevengin bu sefer de bahanesi hazırdı: Alman-Çek sınırında yer alan Südetenland bölgesindeki yoğun Alman popülasyonu. Sağdan soldan gelen "Aman hacı yapma gözünü seveyim" uyarılarını, "Oğlum nedir yani yanlış bişey yapmıyorum ki, en başından dedim Almanları bir araya toplayak diye, başka bişey diil yane" diye savuşturan Adolf kardeşimiz, 1938 senesinin sonlarına doğru yaklaşırken, Südetenland'ı da Nazi bünyesine katıverdi. Tıpkı Viyana'ya girilmesinde olduğu gibi, yine pek bir ses çıkmadı. Zira harbiden de o bölge Alman doluydu ve herifler "Oley be artık biz de Naziyiz, s.kik Çekoslovakya'dan kurtulduk" diye oldukça sevinçliydiler.

Sanmayın ki Hitler'in altındaki bütün adamlar da kendisi gibi dangalaktı dostlarım. Pek tabii ki, bir sürü general "Ulan bu deyyus bizi yine savaşa sokacak" diye endişe içerisindeydi. Hatta bu generallerden Ludwig Beck, sonunda dayanamayıp İngilizlerin kapısını çalıverdi gizli gizli. "Oğlum bu herif sapıttı bildiğiniz gibi diil, yardım edin gözünüzü seveyim :(" diye yardım dileyen Beck'i İngilizler pek sallamadı. Yetkililerden "Canım iyi diyorsun da bizim de işimiz başımızdan aşkın. Kaç tane generalsiniz, hipster kılıklı bir denyoyla baş edemiyor musunuz gözünüzü seveyim ya..." cevabını alan Beck, yoğun ısrarlarını sürdürdü ve en azından Münih civarında bir konferans ayarlamayı başardı.

Dönemin İngiliz başbakanı Chamberlain ve Hitler'in hazır bulunduğu konferansın sonunda varılan nokta netti: Südetenland'ın da Nazi içinde bırakılmasına ses edilmeyecekti, lakin artık bokunu çıkarmanın anlamı yoktu. "Arsızlığın lüzumu yok Adolf, o da Alman bu da Alman diye diye s.ktin attın güzelim haritayı, yeter" uyarılarına "Yav he he..." cevabını veren Führer'in gözü dönmüştü bir kere... Koca koca devlet adamları karşısına geçmiş buna laf anlatırken, Hitler'in aklında Prag'a girip Karlovy Lázně'de Çek hatun avına çıkmaktan başka bir şey yoktu.

Nitekim konferanstan kısa bir süre sonra Hitler, dönemin Çek başbakanı Emil Hácha'yı huzuruna davet etti. Beş saatlik yolun ardından yorgun argın Berlin'e varan Hácha'yı bir beş saat de girişte bekleten Adolf, "Senin sikko ülkene verdiğim değer bu kadar" mesajını çok net verdi. Gecenin bir yarısı Hácha'yı odasına alan Hitler, net konuştu: "İki güne Prag'dayız." Hácha'nın "Aman hafız yapma etme" yakarışlarını s.kine takmayan Adolf, konuyu bu şekilde kapattı.

Dediğini de yaptı puşt. Harbiden de kısa süre sonra Prag sokaklarına dalan Nazi konvoyu, gövde gösterisine başladı. Lakin durum bu sefer farklıydı. Viyana'da "Heyooooo yaşasın Nazilik" diye ağırlanan konvoyu, bu sefer bön bön bakan Çekler karşıladı. Zira artık olay Almanlık malmanlık değildi. Bayaa işgal etti herifler koca ülkeyi. Akşamına Prag kalesine çıkıp Budweiser'ını yudumlayan Hitler'in keyfine diyecek yoktu...

Olayın bokunun çıkmasından mütevellit, İngilizler de bir açıklama yapma gereği hissetti. Münih'te "Yapma etme" diye işi alttan alan Chamberlain, "Nazi piçleri bir karış toprak daha alırlarsa karşılarında bizi bulurlar" diyerek tavrını koydu. Yola İngiliz yancılığıyla çıkan Hitler, hayranı olduğu ülkeyi şimdi karşısında buluverdi yani. "Ulan İngilizlerle baş ederiz neyse de, bi yandan da Sovyetler çıkarsa doğudan, o zaman yan basarız işte" düşüncesiyle bu kez Stalin'e yanlayan Hitler, bunun rahatlığıyla fütursuzca işgal planları yapmaya devam etti. "Polonya'nın kuzeyindeki Danzig bölgesi (grup olan Danzig diil ha, bildiğin Gdańsk) esasında Almandır" propagandasıyla başlayan süreç, "Polonya kompil bizim amk" iddiasıyla devam etti.

1 Eylül 1939'da Almanya, Polonya'yı işgal etti. 3 Eylül 1939'da İngiltere ve Fransa, Almanya'ya savaş ilan etti. Hadi bakalım.

s.

24 Ekim 2013 Perşembe

Nazi Exclusive - Part VII: Goygoy..

Yazı dizisi yapıyorum diye ortalara düşüp, yedinci bölümün ardından bir seneye yakın sırra kadem basmanın şüphesiz ki tek mantıklı açıklaması, sığırlık. Özür dilerim. Lakin geçmişe bir sünger çekip hikâyemize kaldığımız yerden devam edelim.

"Ne bileyim lan ben senin nerede kaldığını deyyus?" diyeceklere kısaca özet geçeyim. Birinci Dünya Savaşı'nın ardından katıldığı İşçi Partisi'nde kısa sürede yükselip ipleri eline alan Adolf kardeşimiz, savaş sonrası ajlığın yol açtığı şuursuzlukla ülke çapında iyice popüler olmuş, üstün belagat yeteneğiyle dangalak Almanları iyice kafalamıştı. 1933 yılında başbakanlık koltuğuna oturan Hitler; devlet başkanının nalları dikmesini fırsat bilerek tüm yetkileri kendisinde toplamış, iktidar sarhoşluğu ve dravdan ekonomik başarıların verdiği gaz ile inceden terör estirmeye başlamıştı. Hastası olduğu İngiliz medeniyetinin sömürgeci geçmişinden oldukça etkilenen Adolf, bir yandan sınırları genişletmeye çalışırken, bir yandan da azınlıkları fütursuzca sopalıyor idi...

Dediğimiz gibi, bu görgüsüz Nazilerde özentilik boyutuna varan bir İngiliz hayranlığı var. Bir yandan İngilizlerin zamanında dünyayı sömür içinde bırakıp Nazilere örnek olduğu gerçeği, bir yandan da Versailles sonrası ezikliği düşünülünce, Nazilerin İngiliz yancılığı çok da sürpriz olmasa gerek. İlk bölümlerde bahsettiğimiz üzere, bu Nazi kardeşlerimiz genelde köylü takımı, cahal tipler. Öyle İngilizler gibi soylu değiller hani... Özentiliğin sebebi biraz da bu. Yok efendim tilki avlayalım, yok efendim çay içelim, neymiş efendim Dr. Who çok güzel dizi, Arctic Monkeys son yılların en iyi gruplarından filan diye gidiyor bu...

İngilizlerle kurulmaya başlanan bu iyi ilişkiler sonucu; Versailles'in inceden ihlalleri de sorun olmaktan çıkıverdi. Zaten Alman İmparatorluğu'nu kurmak için bahane arayan Hitler, hemen Avusturya'ya girme kararı aldı vakit kaybetmeden. "Kenks böyle bodoz girmeyelim istersen, iki plan yapak" diye uyarılarda bulunan generalleri anında açığa aldı. "Baboli paso otoban yapıyoruz filan da uzun vadede ekonomiyi s.kerticez gibi he?" diyen ekonomi bakanını anında kapının önüne koydu. Planla programla işi yoktu Hitler'in. Anca goygoy. Devlet işlerini zerre s.kine takmayan adam, Münih'teki yazlıkta bütün gün Berlin'e dikeceği bombastik binaları düşünüyordu. Etrafında "Simcity mi oynuyorsun pezevenk, otur da iki dakika ciddi sorunlarla ilgilen" diye düşünen adam çoktu tabii. Ama g.tün yiyorsa söyle... Daha önce de belirttiğimiz gibi, bütün o muntazam törenlerin, görkemli geçitlerin arkasında, işi gücü goygoy olan boş beleş bir adam var esasında. Goebbels dediğimiz eleman da esasında bu goygoy ihtiyacını doyurmak üzerine yoğunlaşmış. Kağıt üzerinde propaganda bakanı deniyor da, herifin işi gücü Hitler'e "Baba elimde fetihli metihli şahane filmler var, hastası olacaksın" diye y.rak kürek filmler izletip gazı vermek.

Öyledir böyledir derken, takvimler 15 Mart 1938'i gösterdiğinde Hitler ve şürekası Viyana'ya giriverdi. Fena da olmadı hani. Sonuçta Hitler dediğimiz adam koca Führer, bi ağırlığı var yani. Herifi coşkuyla karşıladı Avusturyalılar. Üstüne bir de etkileyici bir konuşmayla iyice akıllarını aldı Hitler bunların. "Gelin canlar bir olalım, Almanca konuşulan yere Almanya denir amk" deyü gazı alan Avusturyalılar, köpeği oluverdi Führer'in. Avusturyalı Yahudilere gelince... Ertesi gün Nazi zoruyla sokakları temizleyip ite köpeğe maskara oldular tabii, ya ne olacaktı?

İngiliz cephesinden bu birleşmeye pek ses çıkmadı. Yetkililerin "Abi hepsi Alman sayılır bunların, alan memnun satan memnun yane, s.ktir et karışmayalım" kararı, Hitler'i oldukça memnun etti haliyle. Viyana dönüşü Berlin'de iyice kral gibi karşılanan Hitler'in gözü dönmeye başladı iyice. Sıradaki hedef belliydi bile: Çekoslovakya.

s.

29 Aralık 2012 Cumartesi

Nazi Exclusive - Part VI: Leblebi..

Nazilerin kısa vadeli ekonomik başarılarla ve azınlıklara karşı türlü orospu çocukluğuyla 1938 yılına kadar Alman halkının çılgın desteğini aldığını söylemiştik. Zaten Yahud vurmaya bahane arayan Nazilerin puştlukta çığır açmaya başlaması, bir Alman diplomatın Paris'ta bezgin bir Yahud delikanlısı tarafından vurulmasıyla cereyan etti diyebiliriz.

Bunun sonucunda, Goebbels'in önerisi ve Hitler'in kabulüyle, 9-10 Kasım 1938 tarihlerinde Kristallnacht deyu bilinen, "Yahudların dükkanlarını kıralım, öldürelim, s.kelim, sokalım" temalı bir event düzenlendi. Bizdeki 6-7 Eylül Olayları'nın fevkalade hardcore versiyonu olarak nitelendirebileceğimiz bu event sonucu onlarca Yahudi sokakların ortasında öldürüldü, çok daha fazlası toplama kamplarına yollandı, yüzlerce sinagog yıkıldı, binlerce Yahud dükkanı kırılıp döküldü. Bizde saat dokuzu beş geçe Atatük ölürken, acı vatan Almanya'da da Yahudlar patır patır gidiyordu. Zaten yıllar boyu bir fırsatını bulup da bu şekil bir katliama girişmeye niyetli olan tezcanlı Nazilerin istediği en sonunda olmuştu.

Bir şeye başlayınca, devamı geliyor elbet. Yahudları çerez tabağındaki beyaz leblebi olarak gören Naziler, onları ayıklamaya başlayınca artık sarı leblebilere de burun kıvırmaya başladılar. Millet başbakanlığa "Ya bizim oğlan özürlü doğdu, izin verirseniz bu gerizekalıyı öldürüvericem?" minvalinde mailler atmaya başladı. Önce "Özürlü çocuklar, doktorun ve ailenin onayıyla doğduğu gün öldürülebilir" şeklinde başlayan bu süreç, zaman ilerledikçe "Ya aslında çocuk özürlüyse vurun gitsin beoolum, s.ktir et yaşını falan, kalabalık etmesinler" boyutuna ulaştı. Tabakta fındıktan, bademden başka şey istemiyordu herifler anlayacağınız. Lakin böyle y.rak kürek düzen delilikleriyle tarihte bir yere varıldığı nerede görülmüş a dostlar?

Ulan sadece elin özürlüsüne, garibanına burun kıvırsalar yine iyi. Destek arttıkça ve Almanya güçlenmeye başladıkça iyice sapıtan Hitler, artık "Baba aslında hafiften güneye girizlesek, Almanca konuşan adamları bir arada toplasak fena olmaz mı ya? Ulan zaten Almanca konuşan adamın Almanya'da yaşaması gerekmiyor mu? Avusturya ne demek .mına koyiim? Adı üstünde ALMAN yani, kim ne karışır, sokarım Versay'ına..." tadında bombastik planlar yapmaya başlamıştı. Güney dediğine bakmayın tabii siz, herifin asıl derdi ileride doğuya moğuya yardırıp dünyayı Alman içinde bırakmaktan başka bir şey değil.

Tüm bu planların temel dayanağının da Hitler'in İngiliz hayranlığı olduğunu unutmamak gerek. Zamanında İngilizlerin dünyayı s.kertmesinden, Hindistan'ı filan kompil elinde bulundurmasından yoğun bir şekilde etkilenen Hitler'in hayranlıktan da öteye geçerek İngiliz yancılığına başladığını hatırlatalım, gelecek yazıda ayrıntılı değinelim.

s.

19 Aralık 2012 Çarşamba

Nazi Exclusive - Part V: Düzen..

Nazilerin iktidara gelmesiyle birlikte ülke çapında azınlıklara karşı puştlukların başladığını, çevik kuvvetin merkeze Yahud taşıya taşıya bir hâl olduğunu, devlet başkanlığı ve başbakanlığı birleştiren Hitler'in official olarak "Führer" olduğunu söylemiştik...

Yıllardır ülkenin başına geçmek için g.tünü yırtan ve en sonunda 1934 senesinde tek adam mertebesine ulaşan Hitler, artık Almanya civarında Allah muamelesi görüyordu. Yılların sürüngenliğinin ardından, adamın birinin tek başına çıkıp da "Alman ırkı olarak bombastik günler yaşayacağız gençler, raadolun" demesi herkese müthiş bir güven vermişti. Nürnberg Şehir Stadı'nda yapılan coşkulu kutlamalar, milletin sağ kol havada denyo gibi gezmesi, sloganlar, yürüyüşler... Sanırsın bütün sorunlar bi anda çözülüvermişti amk.

Oysaki işin iç yüzüne biraz bakıldığında, Nazi Partisi'nin plan ve programlarının Genç Parti'ninkilerden hallice olduğu aşikar idi. Planı programı geçtim, doğru dürüst bir hükümet dahi yoktu .mına koyiim. Hitler dediğimiz adam, Berlin'de canı sıkıldı mı Münih'teki yazlığa kaçan, öğlenlere kadar öküz gibi uyuyan filan biri. Planla programla işi yok, net adam. Öyle olunca çevresindeki yardımcıları da kendisinden bağımsız at koşturuyordu tabii. Canlarının istediği yasaları yürürlüğe koyup, soranlara "Yaa Hitler öyle dedi diyorum babacım raadolun ya." deyü yalan konuşuyorlardı. Yani kısacası belgesellerde melgesellerde gördüğümüz o muhteşem düzenli, çılgın Nazi rejiminin perde arkası kepazelikten geçilmiyordu.

Ama kısa vadede aclığı bitirip ekonomiyi düzene soktular, onu da belirtelim. Memleketi otobana boğup milleti de istihdam ederek geçici çözümler buldular, heriflerin sayesinde bugün Almanya'da 500 kilometreyi 3-4 saatte basıp gidiyorsun .mına koyiim. Bütçenin de önemli bir kısmını orduya yatırarak geleceğe yönelik niyetlerini belli ettiler. Almanya saygınlığını geri kazanıp Avrupa'nın taşak oğlanı olmaktan çıkmıştı hafiften. "Du bakalım bişey dicekler mi" diye düşünerek, Versailles sonrası silahsızlanan Rheinland bölgesine (Köln, Düsseldorf filan) üç beş asker sokan Naziler, attıkları zarfa işgalciler ses çıkarmayınca iyice özgüven kazandılar. Özgüven arttıkça, devlet politikaları da bir o kadar radikalleşti haliyle.

"Yahud ile Almanın cima etmesi yasaklanmıştır", "Devlet Tiyatroları'nda Yahud piçlerinin direktörlüğü sona erdirilmiştir", "Çocuğunun adını Levi koyan g.tçüdür" gibisinden kanunlarla birlikte artık ayrımcılığın boku çıkmıştı diyebiliriz. Sinagoglar yıkılıp yerlerine y.rak kürek AVM'ler açılıyor, hükümet vurdukça gaza gelen Alman halkı da bu politikaları destekliyordu. Millet kırk yıllık konusunu komşusunu "Ya bu herifte bi Yahud tipi var" diyerek Gestapo'ya ispikliyordu. Pek çok Yahudi, "Bu ülkede durulmaz gayrı" diyerekten ülkeyi terk etti bu dönemlerde.

1938 yılına kadar böyle dravdan ekonomik başarılarla, azınlıklara yapılan türlü şerefsizliklerle geçip durdu Almanya'da. Esasında Almanya'nın yerlisi diyebileceğimiz insanlar pek de mutsuz değildi. Lakin 1938'in sonbaharına geldiğimizde; bir Alman diplomatın Paris'te genç bir Yahud delikanlısı tarafından "Yetti lan piçlikleriniz" diye öldürülmesi, ortalığı iyice karıştıracak idi.

s.

11 Aralık 2012 Salı

Nazi Exclusive - Part IV: Terör..

Hatırlarsınız, iki gün önce, Adolf Hitler allem edip kallem edip şansölyelik görevini başkan Hindenburg'dan kapmayı başarmıştı. Artık ülkede bildiğin Nazi iktidarı vardı, beş sene önceki yüzde ikilik oy oranıyla Osman Pamukoğlu'na göz kırpan Adolf, bir anda hükümetin başında buluverdi kendini.

Binbir türlü sözler alınarak, peşine başkanın kuzenleri takılarak, hafiften gönülsüzce başbakan yapılan Hitler; göreve gelir gelmez "s.kerim başkanını" moduna giriverdi beklendiği gibi. Denyo halkın güvenini zaten kazanmıştı. Üstüne bir de güçlü bir askeri birlik kurdu, başına da İşçi Partisi'ne kaydolduğu ilk gün sırada tanıştığı Ernst Röhm'ü geçirerek vefasını gösterdi. Koca Almanya artık Nazi içinde kalmıştı diyebiliriz. Televizyondan melevizyondan gördüğümüz o muntazam askeri yürüyüşler, aynı anda selamlamalar ve daha türlü y.rak kürek uygulamalar artık Berlin sokaklarında yaşanıyordu. Dışarıdan bakan, "Vay amk, adamlar ne düzen kurmuş" derdi; ama, tarih boyunca başa ne geldiyse böyle düzen manyağı ruh hastası heriflerin yüzünden geldiğini de unutmayalım...

1933 yılında halkın da desteğiyle gaza gelen Nazilerin ilk işi, seçimde kendilerine rakip olmuş komünist piçlerini kıskıvrak yakalamak oldu. Belediye encümeninin katılımıyla Münih yakınlarında açılmış olan yepisyeni Dachau konsantrasyon kampı, ilk misafirlerini ağırlamaya başladı. Ernst Röhm önderliğindeki askeri birlikler, sokakta tam anlamıyla terör estiriyordu. Lenin övenleri, Marx okuyanları zaten geçtim; artık Onur Akın filan dinleyenler dahi anında merkeze götürülüyordu. Dachau'da hapsedilen, bir seneye yakın it gibi çalıştırılan, umarsızca Uğur Işılak dinletilen komünistler, ekmek içi gibi yumuşacık çıkıveriyorlardı içeriden.

Yahudilere karşı da uyuzluklar başladı tabii. Nisan 1933'te "Birinci Dünya Savaşı'nı kaybetmemize ve Versailles Antlaşmasıyla g.tümüzün s.kilmesine yol açan Yahud piçlerinin dükkanlarını boykot ediyoruz" kampanyasını organize eden Naziler, Yahudi esnafını kan ağlattı. Parti destekçisi gençler, duvarlara spreylerle "Yahudlara son", "Dünya Alman Olsun", "Bir gün öldürmediğimiz her Yahud için küfredeceeniz" filan yazmaya başladı. Askerler de sokakta gördükleri Yahudilere omuz koyarak, çelme atarak, ne bileyim işte pis pis bakarak falan psikolojik baskı altına aldılar. İyiden iyiye terör başlamıştı yani.

Böyle böyle 1934 yılına kadar gelindi. Part II'de bahsettiğimiz, o dönem Nazilere gönül verip partiye katılan cahal tavuk çiftçisi Heinrich Himmler, Hitler'in bir numaralı kankası olmuştu. Küp gibi kafasında türlü tilkiler dolaştıran şark kurnazı Himmler, Hitler'in aklını karıştırmaya başladı: "Kanka bu Alman Ernst ipnesini geçirdin askeri birliklerin başına ama, bunlar büyüdükçe büyüyor. Yarın öbür gün darbe neyin yapar, ne şansölyeliğin kalır ne bişey." Durup dururken Hitler'i paranoyak yapmayı başaran Himmler, iki gün sonra Ernst Röhm'ü güzelce evinden aldırıp, mapusta kafasına sıktırdı...

Derken, bir sene önce Hitler'in şansölyeliğine taş koyan devlet başkanı Hindenburg da eceliyle nalları dikti. Bu, tam da Hitler'in istediği şeydi. Halkın karşısına çıkan Hitler, "Ya gençler, bildiğiniz üzere bu devlet başkanlığıyla şansölyeliğin ayrı olması kafaları bir hayli karıştırıyor. Zaten şansölye ne demek amk, ben bile tam anlamını bilmiyorum. Gelin bu ikisini birleştirelim, ben idare ederim kompil, he mi?" şeklinde özetlenebilecek konuşmasıyla açık açık diktatörlüğe talip oldu. E dedik ya, halk da denyo, coşkuyla kabul ettiler. 2 Ağustos 1934 tarihine geldiğimizde, Adolf Hitler, resmen "Führer" olmuş idi.

s.

8 Aralık 2012 Cumartesi

Nazi Exclusive - Part III: İktidar..

Hitler mitler iyi hoş da, bizim de sınavımız mınavımız var .mına koyiim. Yine de bundan böyle on günlük aralarla soğutmaca yok, sori. Neyse, en son dediğimiz gibi; 1928 yılına geldiğimizde Hitler'in Nazi Partisi orada burada az çok tanınır hale gelmiş, yine de genel seçimlerde yüzde iki gibi bir oyla ülke çapında fazla s.klenmemiş, lakin ekonomik krizin büyümesiyle birlikte Almanya dolaylarında "Kanka başka parti yok mu ya :(" sesleri yükselmeye başlamıştı.

1930'a geldiğimizde, KONDA'nın yaptığı araştırmalar neticesinde, it gibi sürünen Almanların doğal olarak uçtaki partilere kaydığı aşikar idi. "Yaa Tarhan Erdem'in anketleri hep yanlış çıkıyo" denilse de; hakikaten de o sıralarda Almanya'da Deutsche Bahn'ın bile uğramadığı s.kindirik yerlerde dahi "Oyum Nazilere" diye gezen yüzlerce dangalak vardı. 1932 mebus seçimlerine doğru ilerlerken, ya Nazi piçleri ya komünist piçleri iktidarı ele geçirir görüşü son derece yaygındı. Lakin komünistler kapitalizm mapitalizm diye gezinirken, Hitler kafayı çalıştırıp Genç Parti mucizesini yaratan Ali Taran'la anlaştı ve "Hitler über Deutschland" adını verdikleri seçim kampanyası çerçevesinde uçağa atladığı gibi Almanya'yı karış karış dolaşmaya başladı.

Esasında parti programları filan da Genç Parti'yi aratmayacak kadar tırttı. Meydanlarda esip gürleyen Adolf denyosuna "E peki tüzük?" diye sorsan; "Ya ne tüzüğü boolum, Almanya'yı düzlüğe çıkarıcam diyorum sana. Fındık 1 Mark olucak, Yahud mezara girecek" diye zırvalar dururdu. Hoş, o zamana kadar planla programla gelen partiler de malumdu. G.tlerine don bulamaz hâle gelen Almanların da program mrogram düşünecek hali yoktu hani. Kökten çözüm için her türlü kepazeliğe razıydılar. Seçim meydanlarında açık açık "Ya seçime yirmi tane parti giriyor amk, çarşaf gibi pusulayı dayıyorlar önünüze. Safi zarar ziyan. Bizim böyle denyoluklarla işimiz yok, tek başımıza düzlüğe çıkarıcaz bu ülkeyi" deyü atıp tutan adama oy vermek de haliyle çok mantıksız gözükmüyordu.

1932 yılında seçimler yapıldı, Naziler yüzde 37 oy oranıyla birinci parti olmayı başardı. Sonucu aldığı gibi de büyük bir sevinçle o zamanın devlet başkanı Paul von Hindenburg'un kapısını çaldı Hitler: "Babuş rakamlar ortada, izninle şansölye olmak istiyorum." Başta "Şansölye ne demek amk?" diye düşünen Hindenburg, daha sonra bunun Almanya'da bildiğin "başbakan" anlamına geldiğini anımsadı. Lakin kafası biraz çalışan reis-i cumhurun Hitler'e yanıtı netti: "S.ktir git lan ruh hastası. Sana üç kuruş para emanet etmem, ülkeyi mi emanet edicem? Kuru ekmek yiye yiye bizim halkın beyni de ekmeğe dönmüş, sana yüzde otuz küsür oy vermişler. Hade naş."

Yanıt netti ama, başkanın üzerinde bir baskı olduğu da gerçekti. Kendisi istemese de, yakınında kıyısında kim varsa Hitler'e bir şans verilmesi taraftarıydı. "Paul iyi hoş diyon da, bundan kötü ne olucaz be olum? Peşine üç beş adam takarız mecliste, kafasına göre at koşturamaz. Bi deneyek be hacı?" ısrarlarına daha fazla dayanamayan Hindenburg da, "İyi lan ne bok yerseniz yiyin" diyerek, Nazi iktidarının önündeki son potansiyel engeli de kaldırıverdi. 1933 yılının Ocak ayına geldiğimizde, iki yazı öncesinin sürüngen gazisi Adolf Hitler, şansölye olmuş idi. Başbakan yane...

s.